Günümüzde film kullanılarak çekilen fotoğrafı, digital fotoğraftan ayırmak için “analog fotoğraf ” denmesi adet haline geldi. Aslında analog, giren sinyalin orantısal olarak çıkan sinyale dönüşmesidir ki buna en iyi örneklerden biri pozometredir. Burada photocell üzerine düşen ışık bir elektrik akımı oluşturmakta, bu akım da bir scala üzerinde ibreyi hareket ettirmektedir. Işık ne kadar parlaksa hareket de o kadar büyük olmaktadır. Bu temel prensiple, digital fotoğraf makinesinin sensörü de aslında analogdur. Sensörü oluşturan milyonlarca ışığa duyarlı hücre, gelen ışığın şiddetine göre çok küçük elektrik akımları oluşturmaktadır. Işık kuvvetlendikçe akım güçlenmektedir. Bu ışık değerleri bilgisayar dili olan ikili sisteme çevrildiğinde ‘’digital’’ kelimesi anlamını bulur. Bu çevrim sonrasında da fotoğraf ortaya çıkar. Analog ve digital kavram karmaşasını önlemek için Fransızlar digital olmayan fotoğrafa ‘’Argentique’’ diyorlar. Argentique, gümüş demektir ve film emisyonu gümüş halide kristallerinden oluştuğu için bu isim yapılan işi çok güzel tariflemektedir. Günümüzde çabuk tüketmek adına teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla ardı ardına duyuruluyor. Her gün yeni bir ürün piyasaya sürülüyor. Bir önce çıkan ürün daha yenisi çıkınca hemen gözden düşüyor ve adeta çöp haline geliyor. Herkes makinelerin kaç megapixel olduğu ile ilgileniyor. Fotoğrafı çeken hemen makineyi indirip arkasına bakıyor, çektiği portrenin kirpikleri net mi diye. Kimseyi gözdeki duygu, yüze gelen ışık ilgilendirmiyor. Bir süredir gümüş filmler üzerine fotoğraf çekenlerin sayısı hızla azaldı. Fotoğraf da çevremizdeki her şey gibi digital oldu. Galiba tam bu noktada son yılların modası Retro akım gümüş fotoğrafın imdadına yetişti. Arkadan gelen Lomography de özellikle gençleri filme yönlendirince gümüş fotoğraf yeniden talep görmeye başladı. Herkes ‘’Nasıl film bulurum? Bu filmi en iyi nasıl ve nerede yıkatabilirim?’’ derdine düştü. Eski filmli makineler rağbet görmeye başladı. Tozlu raflara kalkmış makineler hayatın içine karıştı. Az da olsa kullanılmayan tuvaletler karanlık odaya dönüştürülmeye başlandı. Ben gümüş fotoğraf işini Japon kılıcı yapan ustaların sanatına benzetiyorum. Zaman içinde karanlık odada yapılan gümüş baskılar, aynı o ustaların kılıçları gibi değer bulacak. Yapılan iş zanaat olacak. Kimi eski makinelerin mekaniğine hayran olduğu için, kimi de fotoğrafın çekildiği andan başlayan simya sürecinin büyüsüne kendini kaptırdığı için gümüş fotoğrafı tercih ediyor. Bence günümüzde her şey çabuk tükeltilmesi için programlanıyor. Analog fotoğraf işte bu tuzağa direniyor. Arkadaşlarım 10-15 günlük seyahat dönüşlerinde 5 – 10 bin kare digital fotoğraf çektiklerini söylüyorlar. Bu da yaklaşık 150 ila 300 makara 35mm film demektir.Orta format için örneklersek 500 ila 1.000 roll film demektir. Elbette çekilen fotoğrafların %99’u ya çöp olmakta ya da hard disklerde terrabytelarca yer tutmakta. Ondan sonra üst üste koyulan harici hard diskler, binlerce dolara alınan disk serverlar alınmaya başlıyor. Oysa filmlerini ışıklı masada kes, koy 50 kuruşluk asitsiz poşetlere, torunlarına kalsın. Analog fotoğraf masraflı olduğu konuşuluyor. Oysa digital fotoğraf için harcanan para çok daha fazla. Bir digital makinenin teknik ve psikolojik ömrü bence 3 yıl civarında. Psikolojik ömrü diyorum çünkü çıkarılan yeni modeller ve yapılan reklam baskıları ile daha yeni aldığımız makine hemen gözden düşürülüyor. Her yeni alınan digital makine daha büyük dosyalar ürettiği için eski bilgisayar bu yükü kaldıramıyor, gelsin yeni bilgisayar. 35 sene önce aldığım Canon A-1’ime 30 liralık filmi takınca çok kıymetli, laf olsun diye çekmeyeceğim 36 adet fotoğraf karem oluyor. Gümüş fotoğraf çekmek yada başlamak isteyenlerin en büyük kaygısı malzeme bulmak. Film bitecek, kimya bulunmayacak ya da bizim ülkemizde bunlar temin edilemeyecek endişeleri fotoğrafçıları bu yöntemden uzak tutuyor.Aslında çeşitleri azalmakla birlikte her türlü malzeme bulunuyor. Bence gelecekte de bulunacak. Talep çok büyük firmaları tatmin etmese bile ufak firmalar üretimlerine devam ediyor ve edecekler. Şimdi bir karmaşa dönemindeyiz. Bana banyo için gelen genç arkadaşlar filmleri bir an önce taratıp Twitter, Facebook, Instagram gibi sosyal medya sitelerinde yayınlamak hevesindeler. Bunu ilk başlarda gümüş fotoğrafa yakıştıramadım. Hala da yakıştıramıyorum ama bu hem sektöre destek oluyor hem de insanlar gümüş fotoğrafa bir şekilde girmiş oluyorlar. Sonra herkes nasılsa doğru yolu bulur diye düşünüyorum. Düşünsenize makinenize 36’lık bir film takıyorsunuz bu filmi çekip bitiriyorsunuz ve çektikleriniz hakkında hiçbir fikriniz yok. Sonra ya kendiniz banyo ediyorsunuz ya da bir laboratuara götürüyorsunuz. Bütün bu süreç çok heyecanlı. Bu film üzerine çeşitli kimyasallar dökülerek çektiğiniz fotoğraflar oluşmaya başlıyor. Sihir gibi bir süreç. Her kare çok ama çok değerli çünkü deklanjöre bastığınız andan filmi, hatta baskıyı elinize aldığınız ana kadar her aşama süprizlerle dolu. Yıllarca karanlık odamda baskı yaptım. Karanlık oda gerçek er meydanıdır. Fotoğrafa ufak müdahaleler dışında pek birşey yapamazsınız. Çoğu şeyi çekerken halletmek gerekir. Bana yetki verseler Photoshop programını fotoğrafa sadece 3-5 müdahale yapabilecek şekilde yeniden düzenlerdim. İnanıyorum ki fotoğraf 10-15 yıl ileriye giderdi. Son zamanlarda gördüğüm fotoğraflar haddinden fazla kontrast, doğal olmayacak kadar sature ve illaki lüzumsuz derecede keskin. Digital dosyalara keskinlik verirken kendimizi alamıyoruz. Halbuki hangimiz Robert Capa ya da Henri Cartier Bresson’un fotoğraflarına bakarken netlik peşinde koşuyoruz? Çok sevdiğim bir laf var “Fotoğraf basit bir iştir, zor olan onu basit halletmektir”. Digital devrim işleri çok karmaşık hale getirdi. 50-60 yıl önce çekilmiş negatifler geliyor elime. Çok zor şartlarda, imkansızlıklarla çekilmiş negatifler. Çok da doğru şartlarda saklanmamışlar ve hepsinden harika baskılar alabiliyoruz. Ama bozulmuş ya da bilinçsiz müdahale edilmiş digital dosyaları hayata döndürmek neredeyse imkansız. Gümüş fotoğraf sonucunda elle tutulur bir filmimin olması bana çok güven veriyor. Onlardan kontak baskılar almak. Kontaklardan basacağım fotoğrafları işaretlemek. Sonra seçtiğim negatiflerle karanlık odaya girip onları basmak benim için bir ritüel. İnanın uzun süre karanlık odaya girmezseniz fikserin kokusunu bile özlersiniz.
Vivian Maier’in hikayesi beni çok etkiledi. 1926-2009 tarihleri arasında yaşayan Maier 150.000 kareye yakın fotoğraf çekmiş. Yaşadığı sürede bu fotoğrafların hiç biri basılmamış, yayınlanmamış hatta bir kısım negatifler banyo bile edilmemiş . Bir müzayede sırasında bu negatifler kolleksiyoner John Maloof’un dikkatini çekti. Maloof 2009 yılında Maier’in ölümünden az sonra fotoğrafları internette yayınlamaya başlayınca dünya Vivian Maier’i tanımaya başladı. Yıllar sonra bulunan hatta arşival şartlarda bile saklandığını düşünmediğim bu negatiflerle bir sürü sergi ve kitaba baskılar yapıldı. İşte Gümüş’ün inanılmaz ömrü bu muhteşem fotoğrafları bize taşıdı. Bu fotoğraflar digital olup o tarihten günümüze gelseydi inanın şimdi dosyaları açacak program bile bulunamazdı.
Digital fotoğraf ile gümüş fotoğrafı kalite olarak karşılaştırmak bana çok doğru gelmiyor. Biz bilim insanı değiliz ki. Hangisi daha keskin hangisinin ton geçişleri daha doğal? Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Buna benzer tartışmalar müzik sektöründe çok uzun yıllardır plak ile cd için yapılıyor. Galiba orada da pek bir sonuca ulaşılamadı.
Digital fotoğraf, gümüş fotoğraf çeken sayısını çok azalttığı için banyo ve baskı yapan laboratuarların sayısı da hızla azaldı. Hizmete devam edenler ise, ne yazık ki belli bir banyo sayısına ulaşamadıkları için, bayat banyo ve bakımsız minilablar ile yıkama yapıyorlar. Sonuçlar fotoğrafçıları bezdirecek kadar kötü. Bir sürü film ve emek heba olup gidiyor. Labonix olarak 35 yıllık karanlık oda disiplini ve kimya konusundaki hassaslığımız nedeniyle fotoğraf baskının yanısıra gümüş fotoğraf tutkunları için de hizmetler vermeye başladık. 35 mm’den 8×10 inch büyüklüğe kadar her cins film banyosu yapıyoruz. Hiçbir kimya ikinci bir film için kullanılmıyor. Her film için taze banyo hazırlıyoruz. Son yıkama mutlaka damıtılmış su ile yapılıyor. Böylece her film arşival şartlarda yüzlerce yıl saklanabilecek kalitede banyo edilmiş oluyor.
Bill Gates yıllardır negatif arşivlerini ve basılı fotoğrafları satın alarak toprak altındaki eski bir kireçtaşı madeninde korumaya alıyor. Digital teknoloji üzerine bu kadar yatırım yapan birinini bu davranışının altında büyük bir gerçek yatıyor. ‘’Verba volant, scripta manent’’ yani ‘’Sözler uçar yazılar baki kalır.’’
1-Fotoğraf baskısı için ayırdığınız dosyalarınızı mutlaka 16 bit TIFF olarak saklayın. TIFF formata çevirdiğiniz RAW dosyasını da mutlaka saklayın. İstediğiniz zaman o dosyadan değişik yorumlarda yeni fotoğraflar elde edebilirsiniz. 2-Fotoğraflarınıza baskıya getirmeden önce keskinlik (sharpen) vermeyin. Fotoğrafın netleştirilmesi gereken miktar, büyük ölçüde, baskının boyutuna ve dolayısıyla, baskının ortalama görüntüleme mesafesine, görüntünün ppi değerine ve kullanılan kağıdın türüne bağlıdır. Biz basılacak ölçü ve kağıda göre gerektiği kadar keskinliği zaten veriyoruz. Sizin vereceğiniz uygun olmayan bir keskinlik işlemi geri alınamayacağı için fotoğrafın baskı kalitesini düşürecektir. Bu nedenle keskinleştirme, farklı ayarlarla ve farklı kağıt türleriyle belirli bir miktar tecrübe gerektirir. Nihayetinde amaç keskin görünen, ancak keskinleştirilmiş gibi gözükmeyen bir baskı üretmek. 3-Fotoğraflarınızı baskıya gerçek boyutlarında ve 300 DPI olarak getirin. Bırakın fotoğraflarınızı baskı boyutuna biz getirelim. Kullandığımız profesyonel enterpolasyon programları özel algoritmaları sayesinde Photoshop’dan daha iyi büyütme işlemi yapıyor. 4-Fotoğraflarınıza mümkün olduğunca az müdahale edin. Yapılan her müdahale fotoğrafa zarar vermektedir. 5-Analog fotoğraf çeken genç fotoğrafçılar 3-4 lira daha ucuz diye bayat film kullanıyorlar. Bunu da ne yazık ki fotoğraf paylaşım platformlarında paylaşmayı tercih ediyorlar. Bunun imkan meselesi olmaktan ziyade değişiklik arayışı olduğuna inanıyorum. Oysa kuralları önce doğru ekipman üzerinde öğrenip, ustalaştıktan sonra bunları manuple etmek daha doğru olacaktır. Yapılan hatalar filmin bayatlığından mı kaynaklı, makinadan mı kaynaklı yoksa banyodan mı kaynaklı. Bu durumda bunu asla bilemezsiniz ve neyi düzeltmeniz gerektiğine karar veremezsiniz. Banyosuna ve baskısına aynı parayı verdikten sonra filmden 3-4 lira kar etmek sizi zengin yapmayacaktır ama inanın film satanlar bayat filmden taze filme göre iki hatta üç misli fazla kar ediyorlar.. 6- Filmlerinizi ucuza minilab ile banyo yapan yerlere yıkatmayın. Yeterli film sirkülasyonu olmadığı için filmleriniz bayat banyo ile yıkanabilir.
Bu öneriler elbette bir zorunluluk değildir. Fotoğraflarınız bu şartları taşımıyor ise yine de basılacaktır ama bizim size layık gördüğümüz kalite ancak bu şartlar yerine geldiğinde gerçekleşecektir. Ancak bu detaylar birleştiğinde LABONIX Fotoğraf Baskı Atölyesi’nin kalitesini oluşturmaktadır
Randevu alarak baskı atölyemize geldiğinizde mönitörlerinizi ve fotoğraf makinelerinizi kalibre ediyoruz. Ekranlarınıza ve fotoğraf makinelerinizin kalibre edilmesi bizim için çok önemli. bu kalibrasyon işlemi bizim aynı dili konuşmamızı sağlayacak. Kalibrasyonlarınız güncel olduğu sürece monitörünüzde ne görüyorsanız, baskılarınızda da bire bir aynı sonucu elde edeceksiniz.
Biz atölyemizdeki baskı makinelerimizi ve monitörlerimizi en fazla 15 günde bir kez kalibre ediyoruz. Ancak sizin böyle bir sıklıkla monitör kalibrasyonu na ihtiyacınız yok.Kullanma sürenize de bağlı olarak 6 ay yada 1 yıl aralıklarla monitörlerinizi kalibre etmeniz yeterli olacaktır.Orta sınıfın biraz üzerindeki monitörler rahatlıkla kalibre edilebilmektedir. Çok profesyonel işler yapmıyorsanız evde kullanacağınız bir mönitörün çok pahalı bir model olması gerekmemektedir.
” Bu fotoğraf makinesi kaç megapiksel ” sorusu artık standart hale geldi.Aynı bu araba kaç yapıyor demek kadar komik bir soru.
Oysa fotoğraflarınıza baktığınız monitörler 1 ya da en fazla 2 megapiksel bilgiyi size gösterebiliyor. Diğer megapikseller uçup gidiyor. Kullandığımız 30″ Apple Cinema Display bile sadece 4 megapiksel.
Ne yazık ki iyi bir Digital Fotoğraf Makinesi kullanarak çektiğiniz fotoğrafları bastırmadıktan sonra fotoğraftaki detayları görmeniz mümkün değil . Apple’ın yeni çıkarttığı 5K monitörler bile 15 Mp den azını gösterebiliyor.
Yani özetle 36 megapiksel bir fotoğraf makinesi kullanıp fotoğraflarınıza monitörde bakıyorsanız sadece 2 megapiksel bilgiyi kullanıp makineye de dünyanın parasını vermiş oluyorsunuz.
Çok daha ucuza az çözünürlüğe sahip bir gövde alıp işinizi halledebilirsiniz. Ancak iş baskıya gelince elbette yüksek çözünürlüklü makinelerin önemi ortaya çıkmaya başlıyor.
Analog Fotoğraf
ANALOG FOTOĞRAF
Bu temel prensiple, digital fotoğraf makinesinin sensörü de aslında analogdur. Sensörü oluşturan milyonlarca ışığa duyarlı hücre, gelen ışığın şiddetine göre çok küçük elektrik akımları oluşturmaktadır.
Bir süredir gümüş filmler üzerine fotoğraf çekenlerin sayısı hızla azaldı. Fotoğraf da çevremizdeki her şey gibi digital oldu. Galiba tam bu noktada son yılların modası Retro akım gümüş fotoğrafın imdadına yetişti. Arkadan gelen Lomography de özellikle gençleri filme yönlendirince gümüş fotoğraf yeniden talep görmeye başladı. Herkes
Analog fotoğraf masraflı olduğu konuşuluyor. Oysa digital fotoğraf için harcanan para çok daha fazla. Bir digital makinenin teknik ve psikolojik ömrü bence 3 yıl civarında. Psikolojik ömrü diyorum çünkü çıkarılan yeni modeller ve yapılan reklam baskıları ile daha yeni aldığımız makine hemen gözden düşürülüyor. Her yeni alınan digital makine daha büyük dosyalar ürettiği için eski bilgisayar bu yükü kaldıramıyor, gelsin yeni bilgisayar.
Çoğu şeyi çekerken halletmek gerekir. Bana yetki
r’in hikayesi beni çok etkiledi. 1926-2009 tarihleri
Günümüzde film kullanılarak çekilen fotoğrafı, digital fotoğraftan
ayırmak için “analog fotoğraf ” denmesi adet haline geldi. Aslında
analog, giren sinyalin orantısal olarak çıkan sinyale dönüşmesidir ki
buna en iyi örneklerden biri pozometredir. Burada photocell üzerine
düşen ışık bir elektrik akımı oluşturmakta, bu akım da bir scala
üzerinde ibreyi hareket ettirmektedir. Işık ne kadar parlaksa hareket
de o kadar büyük olmaktadır.
Işık kuvvetlendikçe akım güçlenmektedir. Bu ışık değerleri bilgisayar
dili olan ikili sisteme çevrildiğinde ‘’digital’’ kelimesi anlamını
bulur. Bu çevrim sonrasında da fotoğraf ortaya çıkar. Analog ve
digital kavram karmaşasını önlemek için Fransızlar digital olmayan fotoğrafa ‘’Argentique’’ diyorlar. Argentique, gümüş demektir ve film emisyonu gümüş halide kristallerinden oluştuğu için bu isim yapılan işi çok güzel
tariflemektedir.
Günümüzde çabuk tüketmek adına teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir
hızla ardı ardına duyuruluyor. Her gün yeni bir ürün piyasaya
sürülüyor. Bir önce çıkan ürün daha yenisi çıkınca hemen gözden
düşüyor ve adeta çöp haline geliyor.
Herkes makinelerin kaç megapixel olduğu ile ilgileniyor. Fotoğrafı
çeken hemen makineyi indirip arkasına bakıyor, çektiği portrenin
kirpikleri net mi diye. Kimseyi gözdeki duygu, yüze gelen ışık
ilgilendirmiyor.
‘’Nasıl film bulurum? Bu filmi en iyi nasıl ve nerede yıkatabilirim?’’ derdine düştü. Eski filmli makineler rağbet görmeye başladı. Tozlu raflara kalkmış makineler hayatın içine karıştı. Az da olsa kullanılmayan tuvaletler karanlık odaya dönüştürülmeye başlandı.
Ben gümüş fotoğraf işini Japon kılıcı yapan ustaların sanatına
benzetiyorum. Zaman içinde karanlık odada yapılan gümüş baskılar, aynı
o ustaların kılıçları gibi değer bulacak. Yapılan iş zanaat olacak.
Kimi eski makinelerin mekaniğine hayran olduğu için, kimi de
fotoğrafın çekildiği andan başlayan simya sürecinin büyüsüne kendini
kaptırdığı için gümüş fotoğrafı tercih ediyor. Bence günümüzde her şey
çabuk tükeltilmesi için programlanıyor. Analog fotoğraf işte bu tuzağa
direniyor. Arkadaşlarım 10-15 günlük seyahat dönüşlerinde 5 – 10 bin
kare digital fotoğraf çektiklerini söylüyorlar. Bu da yaklaşık 150 ila
300 makara 35mm film demektir.Orta format için örneklersek 500 ila 1.000 roll film
demektir. Elbette çekilen fotoğrafların %99’u ya çöp olmakta ya da
hard disklerde terrabytelarca yer tutmakta. Ondan sonra üst üste
koyulan harici hard diskler, binlerce dolara alınan disk serverlar
alınmaya başlıyor. Oysa filmlerini ışıklı masada kes, koy 50 kuruşluk
asitsiz poşetlere, torunlarına kalsın.
35 sene önce aldığım Canon A-1’ime 30 liralık filmi takınca çok
kıymetli, laf olsun diye çekmeyeceğim 36 adet fotoğraf karem oluyor.
Gümüş fotoğraf çekmek yada başlamak isteyenlerin en büyük kaygısı
malzeme bulmak. Film bitecek, kimya bulunmayacak ya da bizim ülkemizde
bunlar temin edilemeyecek endişeleri fotoğrafçıları bu yöntemden uzak
tutuyor.Aslında çeşitleri azalmakla birlikte her türlü malzeme
bulunuyor. Bence gelecekte de bulunacak. Talep çok büyük firmaları
tatmin etmese bile ufak firmalar üretimlerine devam ediyor ve
edecekler.
Şimdi bir karmaşa dönemindeyiz. Bana banyo için gelen genç arkadaşlar
filmleri bir an önce taratıp Twitter, Facebook, Instagram gibi sosyal
medya sitelerinde yayınlamak hevesindeler. Bunu ilk başlarda gümüş
fotoğrafa yakıştıramadım. Hala da yakıştıramıyorum ama bu hem sektöre
destek oluyor hem de insanlar gümüş fotoğrafa bir şekilde girmiş
oluyorlar. Sonra herkes nasılsa doğru yolu bulur diye düşünüyorum.
Düşünsenize makinenize 36’lık bir film takıyorsunuz bu filmi çekip
bitiriyorsunuz ve çektikleriniz hakkında hiçbir fikriniz yok. Sonra ya
kendiniz banyo ediyorsunuz ya da bir laboratuara götürüyorsunuz. Bütün
bu süreç çok heyecanlı. Bu film üzerine çeşitli kimyasallar dökülerek
çektiğiniz fotoğraflar oluşmaya başlıyor. Sihir gibi bir süreç. Her
kare çok ama çok değerli çünkü deklanjöre bastığınız andan filmi,
hatta baskıyı elinize aldığınız ana kadar her aşama süprizlerle dolu.
Yıllarca karanlık odamda baskı yaptım. Karanlık oda gerçek er
meydanıdır. Fotoğrafa ufak müdahaleler dışında pek birşey
yapamazsınız.
verseler Photoshop programını fotoğrafa sadece 3-5 müdahale
yapabilecek şekilde yeniden düzenlerdim. İnanıyorum ki fotoğraf 10-15
yıl ileriye giderdi. Son zamanlarda gördüğüm fotoğraflar haddinden
fazla kontrast, doğal olmayacak kadar sature ve illaki lüzumsuz
derecede keskin. Digital dosyalara keskinlik verirken kendimizi
alamıyoruz. Halbuki hangimiz Robert Capa ya da Henri Cartier
Bresson’un fotoğraflarına bakarken netlik peşinde koşuyoruz? Çok
sevdiğim bir laf var “Fotoğraf basit bir iştir, zor olan onu basit
halletmektir”. Digital devrim işleri çok karmaşık hale getirdi. 50-60
yıl önce çekilmiş negatifler geliyor elime. Çok zor şartlarda,
imkansızlıklarla çekilmiş negatifler. Çok da doğru şartlarda
saklanmamışlar ve hepsinden harika baskılar alabiliyoruz. Ama bozulmuş
ya da bilinçsiz müdahale edilmiş digital dosyaları hayata döndürmek
neredeyse imkansız.
Gümüş fotoğraf sonucunda elle tutulur bir filmimin olması bana çok
güven veriyor. Onlardan kontak baskılar almak. Kontaklardan basacağım
fotoğrafları işaretlemek. Sonra seçtiğim negatiflerle karanlık odaya
girip onları basmak benim için bir ritüel. İnanın uzun süre karanlık
odaya girmezseniz fikserin kokusunu bile özlersiniz.
Vivian Maie
arasında yaşayan Maier 150.000 kareye yakın fotoğraf çekmiş. Yaşadığı
sürede bu fotoğrafların hiç biri basılmamış, yayınlanmamış hatta bir
kısım negatifler banyo bile edilmemiş . Bir müzayede sırasında bu
negatifler kolleksiyoner John Maloof’un dikkatini çekti. Maloof 2009
yılında Maier’in ölümünden az sonra fotoğrafları internette
yayınlamaya başlayınca dünya Vivian Maier’i tanımaya başladı.
Yıllar sonra bulunan hatta arşival şartlarda bile saklandığını
düşünmediğim bu negatiflerle bir sürü sergi ve kitaba baskılar
yapıldı. İşte Gümüş’ün inanılmaz ömrü bu muhteşem fotoğrafları bize
taşıdı. Bu fotoğraflar digital olup o tarihten günümüze gelseydi
inanın şimdi dosyaları açacak program bile bulunamazdı.
Digital fotoğraf ile gümüş fotoğrafı kalite olarak karşılaştırmak bana
çok doğru gelmiyor. Biz bilim insanı değiliz ki. Hangisi daha keskin
hangisinin ton geçişleri daha doğal? Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor.
Buna benzer tartışmalar müzik sektöründe çok uzun yıllardır plak ile
cd için yapılıyor. Galiba orada da pek bir sonuca ulaşılamadı.
Digital fotoğraf, gümüş fotoğraf çeken sayısını çok azalttığı için
banyo ve baskı yapan laboratuarların sayısı da hızla azaldı. Hizmete
devam edenler ise, ne yazık ki belli bir banyo sayısına ulaşamadıkları
için, bayat banyo ve bakımsız minilablar ile yıkama yapıyorlar.
Sonuçlar fotoğrafçıları bezdirecek kadar kötü. Bir sürü film ve emek
heba olup gidiyor.
Labonix olarak 35 yıllık karanlık oda disiplini ve kimya konusundaki
hassaslığımız nedeniyle fotoğraf baskının yanısıra gümüş fotoğraf
tutkunları için de hizmetler vermeye başladık. 35 mm’den 8×10 inch
büyüklüğe kadar her cins film banyosu yapıyoruz. Hiçbir kimya ikinci
bir film için kullanılmıyor. Her film için taze banyo hazırlıyoruz.
Son yıkama mutlaka damıtılmış su ile yapılıyor. Böylece her film
arşival şartlarda yüzlerce yıl saklanabilecek kalitede banyo edilmiş
oluyor.
Bill Gates yıllardır negatif arşivlerini ve basılı fotoğrafları satın
alarak toprak altındaki eski bir kireçtaşı madeninde korumaya alıyor.
Digital teknoloji üzerine bu kadar yatırım yapan birinini bu
davranışının altında büyük bir gerçek yatıyor. ‘’Verba volant, scripta
manent’’ yani ‘’Sözler uçar yazılar baki kalır.’’
LABONIX
Hakan Filiztekin
By admin • sizinle paylastiklarimiz